27 Kasım 2013 Çarşamba

Özlem

111.
özlem, özlediğini sonsuzca özler-
özlemenin sonu da yoktur-
ya kendi sonudur özlem;
ya da, hiç...

ya, hep, zaten vardır - ya da, hiç, zaten olmamıştır.

özlem sonsuz varlığın hiç olmamış yokluğudur;
ya da, sonu gelmeyen hiçliğin hep olacak varlığı...

özlem, ya hep vardır ya da, hiç yok-
ya hiç olmamıştır, ya da olması
hep olmuş...

özlem:hep/hiç..

...demiş Oruc Aruoba

Halamla tanıdım ben özlemi, küçükken Zonguldak özlem demekti benim için, bayramlarda gidelim diye içimden dua ederdim hep, çünkü halamın yanı dünyanın en güzel yeriydi ve babamın büyüdüğü evde koşturmak zamanda yolculuk gibiydi. Büyükbabamın fotoğrafı bi tek zonguldakta vardı, o kadar net o kadar derindi ki, hayatınızda hiç görmediğiniz birini nasıl o kadar sevebilirsiniz ben o zaman anlamıştım.

sonra Elif ablam Bursa'ya gitti okumaya, halamı özlediğim kadar hesapsız özleyemedim onu. çocukluktan ergenliğe geçiş yaptığım dönemdi sonuçta, kıskandım. istanbula geldiğinde tatillerde bize gelip kalmıyo diye küstüm ona, tripler attım :) o da bitirdi ve döndü nihayetinde yanımıza. benim de ergenliğim bitmiş genç bi kız olmuştum sonunda. kuzenlikten kızkardeşliğe geçişimiz o zamandı işte... Artık ona duyduğum özlemin kesinlikle bir tanımı yok.

sonra Alaz Edirne'ye gitti, drama queen olduğum yıllardı benim de :) hayatım karardı, içimdeki aşkla karşı koyamadığım sinir birbirine girdi. hırslarım, mutsuzluklarım, çocukluklarım özlemin en kötü halini çıkardı ortaya. canım yana yana özledim. can yaka yaka özledim. ukalalık işte, hayata dair çok şey bildiğimi sanıyodum, hiçbir şey bilmiyomuşum ya, neyse...

Ankara'ya gittim, yapabilirim, başka bir şehirde okuyabilirim dedim. yaptım da, başka bir okulda olamayacağım kadar mutlu ve hevesliydim okumaya. ilk 3 sene her şey çok güzeldi, özlemlerim, Istanbula kızgınlığımdan çok canımı yakmıyordu. Annem, babam ve Nilsu'nun yokluğu kabus gibiydi ama alışmıştım yavaşça... derken, son iki sene... Ege doğdu, 10 saniyelik videolarla 'abla bak Ege çok büyüdü' diye diye geçirdim o iki seneyi. istanbula adım atmak istemeyen ben sadece Ege için gitmediğim kadar çok gittim o şehire. öyle bir şeydi çünkü benim için özlem, istediği kadar canını yaksın İstanbul, üzerine yürümek zorundaydım.. şimdi o Ege koca adam oldu, spor ayakkabı ve naneli şeker ve bonibon istiyo halasından. şirinlik yapmak için 'halacım' demeyi de öğrenmiş. özlemeyi öğrendiğim kadının, halamın torunu Ege, ve şimdi halamın bana olan o bitmek tükenmek bilmeyen sevgisinin ne olduğunu anlıyorum...  Inanılmaz bir şey, minnacık bir yaratıgın o tek bir halacım deyişini duymak =)

tek tek sayamayacağım kadar çok özledim dostlarımı... annemle babamın bir insanın bu kadar fazla yakın arkadaşı olamaz bence sen normal değilsin dedikleri kadar çok 'yakın' arkadaşım oldu. Hepsiyle farklı şeyler yapıp ayrı tatlar tadıyordum, o zamanlar evrenimi zenginleştirdiğimin, huzurumu böyle sağladığımın bu kadar net farkında değildim de tabi.

sonunda İstanbul almıştı gönlümü almasına da yine gidiyordum, hayaller ülkesine, hayallerimin okuluna. Berkeley bence dünya üzerinde tecrübe edinebileceğiniz en garip yerlerden biri. bence burda olup insanın gerçek kendini bulmaması imkansız. ya da belki imkanlıdır. herkesin benim kadar iyi bir hocası olamaz sonuçta :) neyse yani, ben burda özlem denen şeyin can yakmadığını ve aynı zamanda da çok can yaktığını öğrendim.

ben hayatımdaki herkesi özlemeye alışmıştım, sevdiğim için mi özledim onları bu kadar yoksa özledikçe mi sevdim bu denli bilmiyorum. ama 1 kişiyi daha özlemeye takatim yoktu benim. alıştığım özlemleri bi şekilde idare edebiliyordum yeni bir özleme ne gerek vardı, hem de en ağırından. Şimdi biraz zordayım ne yalan söyleyeyim. sonsuz özlemlerine +1 eklesen ne değişir ki demeyin çünkü ben sonsuza +1 değil sonsuz özlem ekledim. ki özlemenin de özlememekten geldiğini öğrenmiştim aslında :)


30 Ekim 2013 Çarşamba

weird is not weird anymore!!!

çok net hatırlıyodu kız bu cümleyi ilk duyuşunu, weird is not weird anymore!!!, hiç bilmediği bir şehirde gecenin bi saatinde boş yollara rağmen yeşil ışığı bekliyordu, yeşil yanınca uyarmak için çalan kuş sesine alışmaya çalışıyordu bi yandan da... 

...iki bira daha içtiler, çocuk 3 gün sonra başka bi şehire yerleşiyordu, bi daha görüşemezlerdi heralde, taksiye binildi evlere dönüldü. Taksi beklerken kız bir anda, hiç nedenini bilmediği bir şekilde, pipetin içine sıkışmış bir böceğin dünyayı algılayabildiği boyutlarlardan bahsetti ve çocuk sadece gülümsedi. 

hayır bu bir aşk hikayesi değil, entrikalar, mutsuzluklar ve hüzün kokan şarkılar yok bu hikayede çünkü 1 hafta sonra karşılaştıklarında kız çocuğun gitmekten vazgeçtiğini öğrendi. 1 saatlik konuşmayla kız bir dolu korkusundan vazgeçmişken şimdi onu her istediğinde görebilecek olmak inanılmazdı, bu kadar çok şeyi bilen birini tanıdığınızda yollayamazsınız onu hayatınızdan, yazmayı öğrenmeden yazarsınız yani gitmeyişini...

ve çok kısa ama çok dolu bir macera başlar, çocuk anlatır kız dinler, çocuk okur kız düşünür, tek bir cümle üzerine bile günlerce düşünür, yeni anlamlar bulur, heyecanlanır çocuk yine sadece gülümser...

tanıştıkları yerde 2 hafta sonra kız başka arkadaşlarıylaydı. dışarı çıktı kalabalık üzerine üzerine gelmeye başlamıştı nefes almak istiyodu, kapının önünde ayağına bir şey çarptı, tam bir film karesi gibiydi eğildi yerden aldı ayağına çarpan şeyi. bir kitaptı ve üzerinde "nasıl ölüneceğini biliyorsan, nasıl yaşanacağını da biliyorsun demektir" yazıyordu..

çok heyecanlandı kız, ertesi gün ilk işi çocuğa kitabı göstermek oldu, şaşırtıcı olmayacak ama çocuk yine gülümsedi.. beni siz delirttiniz isyanı anlam kazanmaya başlamıştı, artık biliyordu kız onu kim delirtti nasıl delirtti.. senelerdir kendine sorun diye kurduğu her kötü düşüncesinden uzaklaştı kız, kendini affetti, kurtulamadığı eski hikayelerini temizledi. hepsinin sonuna birer gülücük koydu sayfaları kapamadan. çünkü buydu olması gereken.. 

bunu yapması kolay olmadı, ve çok da kolay oldu. çünkü öğrenmişti kolay olması zor oluşundan geliyordu ve zor diye düşünmek de kolay diye bir şeyin varlığından. 

bitmeyen günler oldu, bitmeyen geceler ve kapanmayan benzin istasyonları.. zaman diye bir kavram kalmamıştı zaten. kızın hiç bitmeyen bir inançla zamanın bükülmesine inanması ilk defa işe yaramıştı. bitmeyen haftasonları, hiç geçmeyen bir ay. hiç geçmeyen bir ay ve değişen 10 sene.

değişmeyen tek şey değişimin kendisiyken, kız senelerdir nasıl da hiç bir şeyi değiştiremediğini anladı. Her şey aynıydı ve bu dünyadaki en saçma şeydi, ama yeni evrenini kurabilmesi için gereken şey, o hiç bilmediği şehirde, hiç tahmin etmediği bir yerdeydi.. başka bi şehire gitmek açtırmadı ona yeni sayfaları, başka bir hayatı kurmak iyileştirdi onu.

üç gün sonra gitmedi ama bir ay sonra, tüm kitaplarını, hayatını, koltuğunu evini her şeyini kıza bırakıp çok daha uzaklara gitti çocuk. kızın hep ait olduğuna inandığı yere.

kız yine başarmıştı, tek beden demek tek ruh tek akıl tek bilinç demek değildi, o artık hem burda hem de ait olduğu yerdeydi. çocuk için de aynısı geçerliydi, böylece o da kızın olduğu yerden hiç gitmedi. 'kırılma yaşamak' dedikleri şey ilk defa kırılmak kelimesinin verdiği hüznü, burukluğu vermiyordu. Kırılmışlardı, parçaları paylaşmışlardı. 

ve bu daha hikayenin 1. bölümüydü...





19 Eylül 2013 Perşembe

ya olmasaydın?


kaç kere sildim tekrar yazdım bu ilk cümleyi bilmiyorum, sanırım böyle başlamak en iyisi. İlk cümlem garip oldu ve ikinci de aynı yolda. Mesela bugün buraya yazdığım şeyi anlayabilir misiniz? hayatınızda birini hiç bu kadar sevebilir misiniz bilmiyorum ama deneyin nolur. öyle biri düşünün ki anne yarısı dediğiniz bir meleğin canı kanı, peki boyle birini nasıl sadece kuzen olarak görebilirsiniz ki, bizim kuzenlerimizle diğer kuzenlerin oyu bir mi? :D 

öyle birini düşünün ki her şeyiniz olsun, ablanız, arkadaşınız, dostunuz, anneniz, kuzeniniz ve tabii ki PRENSESİNİZ. 

öyle birini düşünün ki öz kardeşinizden bir gram ayırmıyorsunuz, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz birlikte. Ödüllü güneş kremleriyle güneşleniyor o güneşin altında biralar içip her şeye gülüyorsunuz.

öyle birini düşünün ki, onun evine gittiğinizde ondan çok sizin eviniz oluyor onun yaşadığı yer. ondan ne kadar uzaktaysanız o kadar onun yanında olmak istiyorsunuz. Elif ablamın benim için yerini, önemini, anlamını bilmeyen yoktur sanırım. Cansu'yu tanıyorum diyorsanız evet kesin tanıyosunuz Elif ablamı!











öyle birini düşünün ki, dünyanın en güçlü kadınlarından biri! dünyanın en güzel kahkaha atan kadınlarından biri ki öyle güzel gülüyo ki Nezomun kahkaları da aynı anda kulaklarımda oluyo, kimbilir belki de biraz da o yüzden Elif ablam her an gülsün istiyorumdur.

mesela ben yoğurtsuz yapamam, ve koca bir kalıp ezine peynirsiz de.. 1 aydır burdayım ve onlarsız bile yaşamayı öğrendim şimdiden ama Elif ablamsız olmuyo, mesela ailesinden uzak ülkelerde yaşayan insanları düşünüyorum da hiç mi birini bu kadar sevmiyolar? nasıl yapabiliyolar? delirmek üzereyim, pardon zaten beni siz delirtmiştiniz unuttum!! saat farkına alıştım, sevdiğim herkesi özlemeye alıştım, Elif ablamsızlık çok zor be hacılar, bi de yanımıza Nilsuyu verin tamamdır! 

duygulandım! bugün her şeye ağlayasım var. ama en çok da bugün istanbulda olamadığıma ağlamak istiyorum. amaa napıcam ağlamıcam! Ya olmasaydın? böyle bir ihtimal varken sadece bir senecik yanında olamıcam diye ağlamıcam! ya bir ömür birbirimizi hiç tanımasaydık? ya başkasının kuzeni olsaydın? off çok korkunç! COCUYANLAR COCUNANLARI ASLA UNUTMAZLAR ELİF ABLA!!!!!




İYİ Kİ COCUDUUN, İYİ Kİ COĞDUN :D














17 Eylül 2013 Salı

adım adım!

" … yürüme — birlikte yürüme… — Daha ulu bir şey bilmiyorum. — Sevişmek bile, bütün yakınlığıyla, yüceliğiyle, güzelliğiyle; ama, patlayan ve sönen tutkusuyla, heyecanıyla, doyumuyla, birlikte yürümekten daha üstün değil — hele,bir de, birlikte gidilecek bir yer ( bir amaç, bir erek) varsa…
Yürüyüş — 
Ne kavram ama!.. "

Oruç Aruoba 

her sabah uyandığımda deriin bir nefes alıp, güneşin altında şarj ediyorum kendimi. ve bu çok güzel, bu çok anlamlı. çok uzak dediğim her yol yakın gelmeye başladı, gidemem diye düşündüğüm ve gitmediğim her yer çok yakın artık. yürüyün, yürümek çok güzelmiş.

6 Eylül 2013 Cuma

homesickle birlikte gelen ağızla içememe sorunsalı.

sabah sabah bilkent işletme mezunları buluşmasının fotolarıyla uyandım dün, ağlamak istedim. o kadar çok özledim ki heeepsini :( neyse ilk gol oydu sanırım. 1-0 yenik başladım güne daha yatağımdan kalkmadan.

sonra derse gittim, öğle arası oldu ne yielim o mu bu mu derken hadi Türk restoranına gidelim dediler, bi kısmımız gittik, mantı yedim sizin oralarda yediğinizden gram farkı olmayan bir mantı yedim, daha bile güzeldi belki! köfte yediler aman allahım inanılmaz güzel kokuyodu, pide falan geldi, efes pilsen içtiler falan. işte o bana ikinci gol oldu. HOMESICK!

neyse sonra düzeldim, akşam partiye gittim ve yine ağzımla içmeyi unuttum. bişi yapmadım ama valla bak. burda ağzımla içmesem bile telefonumu unutuyorum kimseye bulaşmıyorum en fazla gittim sızdım kanapede, insanlar bana su falan getirdi arada bir yaşayıp yaşamadığımı kontrol etti o kadar. ama benim de sebeplerim var ya durup dururken oyle olmadım kii! 1-mantıdan sonra hiçbişi yemedim hatta hala hiçbişi yemedim 1 saat sonra 24 saattir hiçbişi yemeyen insan olucam. 2- 6 saat dersim vardı ki sanmayın dersler 50dk aralar 10 dk, hayır 3saat+3saat o üç saatin içinde biyerlerde 15dk ara veriolar saolsunlar. 3- birazcık özlem başladı, minnacık ama. 4- bi de tabii ki bunların hepsi bahane gereksiz içtim. ahahah olsun bak bu sabah iyiyim. böyle işte.




31 Ağustos 2013 Cumartesi

korkularımın üstüne yürüyorum :))

her şeyden önce, artık homelesslardan çok daha az korkuyorum!

gerçekten söyledikleri gibiymiş alışmakla alakalı her şey biraz, birinci haftamın sonundayım ve geceleri ben merdivenleri çıkana kadar taksi beklediği sürece hiç bir sorunum kalmadı! gündüz tek başıma sokaklarda çılgınlar gibi geziyorum düşünün ahahah :D

ben ingilizceyi hazırlık senemde OC dizisini izleyerek öğrendim, günde 6 bölüm izleyip sonra marrisayı summerı ryanı sethi rüyamda görürdüm, seth bebesiyle öpüşmüşlüğüm bile vardı! neyse burda tanıdığım ilk amerikalının orange countyden olması yine ve yine doğru yerde olduğumun göstergesi bence, hele ki çocuğun thanksgiving için bizi orange countydeki evine davet edip hep birlikte hindi yeriz demesi! tam bir bebiş allahııım! sanırım en çok görmek istediğim yerde, en güzel amerikan geleneğini yaşayabilirim :D sahip çıkalım.

alkol! aman allahım, bottle of Jack is 19,99! biranın falan barlarda, publarda 2 ila 3 dolar olması olayından bahsetmiyorum bile. sürekli içebilirim sanırım, Berkeley çok pahalı olur diyenlere de burdan el sallıyorum! we are not livin' in SF, it's Berkeley bitchh :D

heh bi de dün sevimli ev arkadaşlarımla bir alışveriş merkezine gittik, ankuvayla bilkent centerın birlikte olduğu kadar büyüklükte ve içerde ingilizce konuşan nerdeyse yok. bi zenci aile ve benim dışımda çekik olmayan da yok (tamam biraz abartıyo olabilirim çekik olmayan 10 kişi görmüşümdür!) kendilerine bir hayat kurmuşlar orda ve içinde bir çekik migrosu var! aman allahım hayatımda görmediğim sebzeler, garip meyveler, ÜÇ koca reyon noodledan sonra alakasız bir yerde 2 koca reyon noodle daha! deniz ürünlerinden bahsetmiyorum bile, benim sadece belgesellerde falan görüp izleyebildiğim şeyleri suyun içinden kendileri alıp poşete koyuyolar, İŞTAHLA! neyse bu konuyu da kapamak istiyorum artık!

ha tabi bi de ben buraya okumaya gelmiştim! okul çok kolay, şimdilik tabi, ama sistem Bilkent'le tamamen aynı o yüzden çok tanıdık geldi, sanırım pek zorlanmıcam o konuda. sooooo PARTEYYY HARDD then!

27 Ağustos 2013 Salı

homlıs.

geldim, rüyalarımın şehrine, okuluna ve hayatına geldim. uçakta yediğim sandwichin arasındaki PARMESANLI MAYONEZ'den sonra aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu bir kere daha farkettim :) obez olmaya niyetim yok korkmayın, ama cidden doğru yerdeğim. burayı bu kadar seviyor olmama rağmen hiç bütün bir ömrümü geçirebileceğimi düşünmedim, ve hala düşünemiyorum. ha keşke burda doğsaydım dediğim çok oluyo (günde 10 kere falan) ama bu kadar salak ve sorunsuz olmayı kaldırabilir miydim bilmiyorum. hayatımda dramaların yeri bu kadar büyükken bu insanlar kadar umursamaz ve rahat olamazdım sanırım.

İNANILMAZLAR! benim gibi bir paranoyak için aslında ilk iki gün biraz arada geçti, homelesslara olan korkumu bilmiyor olabilirsiniz ama delinin deliyi çekmesi gerçeğiyle karşı karşıyayım ve burda deli çok. deli deliden korkmaz söylemi doğruysa sanırım senelerdir kendime biçtiğim sıfat anlamsız kalıyo çünkü ben hepsinden inanılmaz korkuyorum. Mesela dün metroya binip kendi kendine bağıran zenci abiden çok korktum, o kadar sinirliydi ve boş konuşuyodu ki bir an için gözgöze gelseniz size ne bakıyosun diye bağırıp üzerinize yürüyebilirdi. ya da bi alt sokağımdan eve gitmeye çalışırken bi evin bahçesine sinmiş pis uzun saçlı amcanın beni gördüğü anda koşarak arkamdan gelmesi sebebiyle 3 blok boyunca korka korka alakasız yerlerde yürüyüp izimi kaybettirdikten sonra eve koşuşum görülmeye değerdi. sonuç olarak korkuyorum, ama bugün oryantasyona gelen inanılmaz yakışıklı polis abimm korkmamamızı ve eğer bir şey olur da üzerimize gelirlerse anında çığlık atmamızı söyledi, hemen kaçıyolarmış. ha tabi bi de naynvanvan'ı arayabilirmişiz which is very cool!

neyse çok homelesslı yazı oldu bu, sanırım sebebi cidden onlardan başka hiç bir sorunumun olmaması, ha bi de odamdaki gereksiz çinli kız! dünyadaki en gerizekalı çinli olabilir. neyse bir ay sonra taşınıyomuş, sakinim.


17 Temmuz 2013 Çarşamba

gidenler...

ölümler hep çok zamansız ve çok insafsız. aslında doğum kadar doğal bir şeyin hayatımıza kattıkları ve alıp götürdükleri çok başka. ölümler çok ani. ve evet hepsi çok üzücü.

'geride kalan' olmak en zoru. çünkü insan aklı çok acımasız ve en beklenmedik zamanlarda çok minik detaylarla bile geri getiriyor gidenin düşüncesini, kendisini, anılarını. Aslında bir yere gittikleri de yok da işte normal hayat koşuşturmasında saklanıyorlar aklımızın bir köşesinde. 

Her şeyi siliyor ölümler, başka tüm acıları, saçma dertleri, ağrıları. Ayşe'm gitti biliyorum, babaneciimi yolladık sonra, bir de teyzecim gitti, biliyorum yani. her seferinde her acı beni biraz daha büyüttüğünde karar verdim, daha da dolu ve güzel yaşamaya, dedim ki kafana takma şu küçük şeyleri (tabii ki bir drama queen olarak bunu hiç başaramadım) ama dolu dolu yaşamaya çalışıyorum işte kendimce.. 

ve
bugün yine büyüdüm, çok farklı bir açıdan büyüdüm. her gidende en çok kendi üzüntümü yaşamıştım ama bu sefer bir başkasıyla birlikte üzüldüm kendi kendime. onu görmemenin onun yanında olmamanın dünyanın sonu gibi hissettiğim, içimi çeken çok zaman oluyor. ama bugün ilk defa onun bir yerlerde yaşamına devam ettiği gerçeğiyle ve huzuruyla da yaşayabileceğimi hissettim. çok uzun zaman sonra, sadece birinin 'var' olduğunu bile bilmenin yetmesi gerektiğini hissettim. bugün yine üzüldüm, bugün yine büyüdüm.






6 Mayıs 2013 Pazartesi

iyi ki!


-10 kere nefes al ver. Olmuyorsa 30'a kadar say. Olmuyorsa beni ara!  
-whatsapp bazen bozuluyor panikleme!    
-Günaydın de ve gülümse.
-Kçk Grzkl!

Ahsen boşuna seninle uğraşıyo, sen umutsuz vakasın bence diyen babama inat senelerdir yanımdasın. Kardeşim, dostum, arkadaşım hatta yeri geliyo (aslında her zaman :D ) psikoloğum oluyosun. Hayatta herkesin başına gelemicek bişeydi bu. İlkokul, ortaokul, lise derken yıllarımızı birlikte geçirdik beni burda en az yalnız bırakan insan olarak hatıra kayıtlarıma geçtin, Ankaradaki evin oldum, istanbuldan gelen ailem oldun. sabrın, sakinliğin, huzurun bana neler öğretti bilemezsin, gerçekten birini sevip her şartta koşulda yanında olmak çok özel bir şey ve sen bunu senelerdir benden hiç esirgemedin. Ben ki yazarım bilirsin, yazamıyorum, gözlerim doluyor boğazıma bir yumru oturuyor. seneler süren ayrılığımızın son haftalarındayız. 5 yılı tüketmiş iki insan için benim 1 sene dünyanın öbür ucuna gidiyo olmam hiç bir şey farkındayım. o yüzden onu ayrılıktan saymıyorum bile ben :) yanında olamadım sarılamadım öpemedimm ama sana söz bu senin yanında olamamalarımın son anları. bir ömür çekiceksin bu hastalıklı aşık kızdan, bu deli sorunlu kızdan, bu fevri kızdan, sinirli kızdan :) ama sana söz veriyorum benim de ömrüm yettiğince yanında olucam.

unuttum sandın di mi? di mi? dün gece aramadığım için, bütün gün yazmadığım için, her gün konuştuğum senle konuşmadığım için. ama unutmadım sadece evime gelip bilgisayarımın başına geçiip bunları yazmayı bekledim. 10 kere nefes aldım verdim, olmadı 30a kadar saydım ama yine de kendimi tuttum ve aramadım!

iyi ki varsın!

10 Nisan 2013 Çarşamba

first love never die



rüyalarımın şarkısı seçtim bunu da. rahatsız edici bir şekilde aklımdan çıkmaya başladığı an türlü türlü senaryolarla gördüğüm rüyalar var. :) sinirimi bozuyo cidden, hayatımda kendime minik sorunlar yaratarak yaşamayı sevdiğimi hepimiz biliyoruz. olaysız yaşayamadığımı, içmeyi sevdiğimi, gülmeyi sevdiğimi, sorunlarımı sevdiğimi falan filan ama rüyalarımı sevmiyorum çünküüüü ben buralarda saçma sapan insanların saçma sapan hareketlerini olgunlukla karşılamaya çalışırken (hayatımda ilk defa başardım bunu son bir aydır falan bayaa iyiyim bu konuda, bi bilseniz ÇILDIRIRSINIZ) rüyalarım benim sinirimi bozuyo. sonra ben hiç umursamadığım insanlara hiç umursamadığım şeyleri umursuyomuş gibi gösteriyorum. karışık mı oldu? hayır olmadı ya. mesela asla sıçmadın hayatıma üzülmene gerek yok demek istediğim insanlar var :)

first love never die, artık bambaşka biri olduğunu bildiğiniz birini rüyalarınızda nasıl bu kadar "eski" görebilirsiniz. bu bilinçaltınızın size onu asla öldüremeyeceğinizi söyleme biçimi mi?! hayır ya yemin ederim eskisinden çok daha sorunsuz ve düz bir insanım. özlemeyi öğrendim, unutmayı değil belki ama hatırlamamayı da öğrendim. çünkü bi insan sizi hala güldürebiliyosa haberi bile olmadan bu kötü bişi diil asla. ama rüyalar, aaa yooo işte onlara katlanamıyorum. her sabah ahseni arayıp rüyalarımı anlatmaktan bıktım. bu şarkı ben ve benim rüyalarım için yazılmış. belki de bu benim iyileşme biçimimdir bilmiyorum ki.. hayır hasta değilim, hayır mutsuz diilim, hayır depresyonda da değilim :)) gerçekten.

saçlarımı kestirdim, neden? nasıl bu kadar radikal bi karar alabildin? nerden geldi aklına? nasıl kıyabildin saçlarına? ve benzeri sorulara bir haftadır cevap vermeye çalışıyorum. aslında çok basit ve cevap cidden depresyon diil :)) 5 hafta -aa hatta 4- sonra mezun oluyorum, yepyeni bir hayat başlıyo, okulumu çok seviyorum ama artık sahteliklerine katlanamadıklarım(!) var burada.. bir an önce uzaklaşmak istiyorum. İstanbul'u özledim. oradaki hayatımı, dostlarımı, mutluluklarımı ve sıkıntılarımı.. en adam sandığınız adam bencilin teki çıkınca 5 yıldır sizden uzakta olan hiççç bir dostunuzun size onun yaptığını yapmayacağını anlıyorsunuz ve bir kere daha özlüyorsunuz her birini teker teker. eski sevgiliniz bile arkadaşıyla birlikte ricanız üzerine yolunu uzatıp sizinle taksiye biniyosa gecenin 4(dort)ünde evet 2013 yılında bile insanlık ölmemiş demektir. bencilliğin kimseye yararı yok demektir. ahahaha nasıl irite olmuşsam konu saçımdan buraya geldi, biz kadınlar gerçekten çok garibiz. saçlarımı kestirdimm çünküü değişmeyen tek şey değişim arkadaşlar. ve ben yeni hayatıma hazırım.

IELTS!!! cumartesi sınavım var dua edin nolur ya!

ha bi de SOKO Istanbula geliyo ve ben gidemiyorum! benim için biriniz gidip iki şarkı söylerse çok sevinirim.

first love never die.












29 Mart 2013 Cuma

lemonade!



ne zamandır yazmamışım, iyi olduğumda mı kötü olduğumda mı yazıyorum karar veremiyorum bazen. Yalım ne olursa olsun yaz demişti, artık canım istedikçe yazmaya karar verdim. gerçi zaten sadece canım istediğinde yazıyorum (saçmaladı)

neyse youtube da kendime bi liste oluşturdum, son bir aydır hiççç bir şey bana bu liste kadar huzur vermiyor. mesela bu şarkı, her şarkının kendince bir hikayesi vardır sözleri müziği... ama biz onlara yeni hikayeler ekleriz, kendi hayatımızın parçalarını da koyarız, hayallerimizi, anılarımızı, rüyalarımızı... hepsini karıştırır ortaya bir şey çıkarırız. biraz hayal, biraz yaşanmışlık biraz rüya biraz gerçek. her şey işte.. her şarkıya bi hikaye yarattım ben de dinlerken bunları. lemonade'le başlamaya karar verdim.

bu şarkıda bilgeyle caddebostandayım. durmadan gülüyoruz bişeylere, her gülüşümde bi burukluk var çünkü bilgeden başka kuzuyu tanıyanım yok ve ben yine özlemişim onu, Bilgeye dert yanıyorum. Yok kuzu yine ortalarda diyorum, keşke okulun bitmeseydi belki yine gider sınav öncesi sınıfını basar bulurduk onu. söylerken aklım çalışma masamdaki vesikalığına gidiyo, acaba hala öyle mi, görsem tanırım di mi diyorum. sonra saçmaladığımı farkediyorum. tabii ki tanırım, kuzu o, tanınmaz mı? kuzu o sevilmez mi, özlenmez mi.
bira şişelerimizi bir de kuzu için çarptırıyoruz birbirine. doğayla pek haşır neşir olmayan ben bile o güzel havada,o caddebostanın yemyeşil çimlerine yayılıyorum, saçıma girme ihtimali olan böcekler bile umrumda diil...

Bilge yanımda, dönmüş ingiltereden. ikimiz de IELTS den iyi sonuçlar almışız daha ne isterim ki diyorum, sonra bi anda onun üç aylık yokluğu bu kadar zor geldiyse benim 1 yıllık yokluğumda neler olucak kimbilir diyorum. yine korku kaplıyo içimi, böcekler düşüyo aklıma o bahaneyle doğruluyorum yattığım yerden, arkamda köşk, önümde deniz.. bakıyorum sadece.

ne ara büyüdük biz, ne ara geçti bu yıllar. daha dün dersane çıkışında bahoya gitmemiş miydik denemenin cevaplarını kontrol etmek için, bir de limonata içmiştik. kafam çok karışık, İstanbul beni çok özlemiş, bozuktu aramız ama düzelttik artık oh be sonunda diyorum. aramın bozuk olduğu insanlar geliyo sonra aklıma, özlediklerim... ama neyse Bilge yanımda, hep yanımda..



10 Mart 2013 Pazar

sınırlar ve sihirler

sınırlar zorlandığında mı güzeldir?
yoksa hiç zorlamamak mı iyidir?
pişman olmamak üzerine yaşıyorum, yaptığım hiç bir şeyden pişman olmuyorum, başarıyorum bunu. ha özür dileyebilirim, kendimi zaman zaman kötü de hissedebilirim ama bu pişmanlıktan diil. Kaç yaşıma gelirsem geliim böyle olcakmışım, değişmiyormuş çünkü insan. e iyi madem, ben memnunum. sınırlara inanırım, sınırların olması gerektiğini kabullenmem seneler öncesine dayanıyo, ama aşmayacağımın garantisini veremem. Sinirlere de inanırım. annem ve babamdan almış olduğum genlerde en baskını sinir çıktı malesef. fevriyim, çabuk sinirlenir çabuk yatışırım. kin tutarım, beni üzen insanları sessizliğimle cezalandırabilecek kadar olgun da değilim dalını kıranın ağacını kökünden sökme hikayesi. eski erkek arkadaşım çingene derdi bana :) biraz öyleyim sanırım. neyse, itici bilmişliğimin yanında bir de sihirlere inanıcak kadar salak bi insanım. ama sanırım artık büyü bozuldu. büyü çok bozuldu, bozulmaz dedim, hadi bu sefer pembe pembe yaşa cansu dedim, yine bozuldu. lost gibi oldu yani.

19 Şubat 2013 Salı

sinir.

fazla iyiliklerinden ya da aptallıklarından bazı şeyleri anlayamayan insanlar tanıyorum. içimde tutamadığımda, sinirlendiğimde koşarak geldiğim yer oluyo burası benim. çekirgenin kaç kere sıçradığı gram umrumda diil canım. ben bir dedim iki diyorum ve bunun üçü yok. fevriliğim bazen çok sevdiğimden, zor sevdiğimden diil yani. ama "çok sevmek" karşılıklı bir şey olmak zorunda olmadığı için bunu kendi kendime yaşamayı da hep çok iyi biliyorum. denizi, güneşi, bodrumu, amerikayı, kuzenlerimi, dostlarımı çok sevebiliyorum beni geri sevmelerine gerek yok. ama benim sevgime saygısızlık, işte bu benim kaldıramadığım, kaldırmayacağım tek şey! sizi seven insanları üzmeyin, beni hiç üzmeyin.

2 Şubat 2013 Cumartesi

DUYGU!!!

"merhaba ben Duygu, x'i tanıyomuşsun sen, bakmıştım facebooktan ortak arkadaş çıktı :)))"
"selaam Cansu ben de, evet tanıyorum x'i :) "
bu kadar basit ve düz kurulmuş bir dialogla bi insan kendiyle ilgili tüm ayrıntıları nasıl verebilir. Sanki "biz seninle şu an tanıştık ama bundan sonra hayatın boyunca ben senin canının en içi olucam biliyo musun?" der gibiydi. Ben ki dünyanın en gıcık, en önyargılı, birine hemen alışamayan insanıyım, kendini saniyeler içinde bu kadar sevdiren bi insanın karşısında şok geçirdim. çünkü bence imkansızdı ve hiç bir şey yapmadan imkansızı başardı. birlikte çok güzel zamanlar geçirdik, onun canım dedikleri benim de canımdı, bir anda kendimizi birbirimiz olmadan yapamaz halde bulduk. bunları neden mi anlatıyorum, çünkü genelde boyle şeyler uzun zaman alır. yaş büyüdükçe insan yakın arkadaşlık dediği şeyin maximum lisede kalmış bir kavram olduğunu anlıyor çünkü. ve bırak liseyi, ben Duyguyu bebeklikten beri tanıyor gibiydim. ve bu bağı kurabilmek için de kimse birbirine kendini anlatmaya çalışmadı. biz birbirimiz hakkında konuşmadık, ben boyleyim ben şöyleyim demedik, ama biz o kadar birbirimizdik ki hiç konuşmadan tanıştık. Aynaya bakmak gibi oldu bir nevi. dostluğu benim için ne denli önemli ve değerli bilemezsiniz ve o kadar uzun zaman oldu ki görüşmeyeli artık çığlk atmak istiyorum hasretimden. bi süre daha göremeyeceğimi de bilmek cabası. çooook özledim, ÇOK!

şimdi ben seni aramadım, facebooktan da yazmadım, mesaj da atmadım. çünkü bu yollarla doğum gününü kutlamak bu kadar özel bir insan için çok sıradan olurdu. ha oturdun blog yazdın bi halt mı oldu diye düşünebilirsiniz ama ben buraya sadece hayatımdaki iyi veya kötü ama nolursa olsun ÖNEMLİ! şeyleri yazıyorum. ve duygu onun için bambaşka bir blog sayfası bile açabileceğim kadar önemli ve değerli.

doğum günün kutlu olsun, ben hayatımda bu kadar BEN biriyle daha tanışmamıştım, senin doğum günün benim doğum günüm yani aslında :P annene 21652132165 kere teşekkür ediyorum seni doğurduğu için, Sinan'a 2313654986451321 kere teşekkür ediyorum bu kadar güzel insanlarla dost olduğu ve seni bizden sakınmadığı ve tanıştırdığı için. o gece gelmeseydik tanışmamız ertelenebilir ya da hiç olmayabilirdi. o yüzden kendime de 2212135121 kere teşekkür ediyorum içip içip yanınıza geldiğim ve içeri girdiğim anda yanıma gelen sana sıcak davrandığım için. :D sana zaten sonsuz teşekkür ediyorum, bu kadar tatlı bu kadar sevecen ve bu kadar ben olduğun, beni anladığın için. seni gerçekten ama gerçekten tarifsiz seviyorum. İYİ Kİ DOĞMUŞSUN!!!